22 Nisan 2010 Perşembe

4!

..

zamana adını vermişken, her geçen dakika üstünü çizmeye çalışırken fark ettim düğümlenen kelimeleri. çozülemeyen; sağdan için, soldan dışın çıkan bu bilmeceyi..
ve bir nefes daha.. bir nefes daha çekilir ayrıntılarda dumanından.. bir şişe şarap yetmezken, bir nefeste, tek çekimde sarhoş eden kokun.. sinmeseydi bu denli kaybolmazdı yerli yerinde duran her şey. çiçek açtı gozlerimde, yüzümü dondüm günebakanlar gibi dokunduğun her yere.. düş kesmiyor, tırnakladığım geceleri, yine mi jiletliyiz? yine mi bu gece? "ben sana bir annenin evladına duyduğu hisleri besledim."
sahte ile gerçeğin karmaşası, başka açıklaması olamazdı ya zaten..
ayaklarım kesiliverdi yerden de biz yere erken indik.
ne olacaktı ki? dort günlük bir şey işte..


ah!


..

19 Nisan 2010 Pazartesi

heaven please..

..

cennetin düşündesin, varamadın, varamayacaksın..
çığlık çığlığa kemiren bir tarafın olacak hep, tüm haklılığına rağmen.
durup düşüneceksin, senden bağımsız insanların ne hissettiklerini
ve belki bir kez olsun anlam verebileceksin.
rüyamda sesleniyordum sana, korkuyordum.
olmandan, olabileceğinden değil, bir bir yok oluşundan, tutamamamdan.
nefes alıp yine aynı şehirlerde yitip gitmekten ki yittin..biliyorum.
hepsinden bir bir korkuyordum ve bir jilet atıyordum geceye, uykusuzluğuma, aldığım her şeye, verdiklerime..
açtığmda yoktun, bir bir kaybolacak nefesinin tadı belki biraz dudaklarımda.alamadım tadını, uzaktın çünkü, mekansızdın, uzaktın, en çok yanıldığımdın.

burdan yaktım..

ozlemedim
hiç ozlemedim.


..

18 Nisan 2010 Pazar

ciddiyet!

..


bu bu tam olarak bu..


bazen
ne hissettiğimi bilmediğim zamanlar, kirpikler doluşuyor gozlerimin içine.
sonra burnumun içinde bir karınca geziniyor, sonra dudaklarım soğuktan titriyor bahara rağmen. bu kadar işte, ozeti bu.

bombok günlerin ardından güneş açacağını her ebeveyn ezberletir çocuğuna. hayal kırıklıklarının suratında patlayacağını hiç hesaba katmadan. kurnaz olmayı oğretmeliler halbuki.. bir verip kırk almayı, kırk yıllık hatırların yalnızca fallarda kaldığını oğretmeliler. kontrolün yitirildiği donemlerde balyoz indirmeliler. ve sonra yine -meli -malılar..
çocukluğuma inilmesini oneriyorum tüm yüzsüzlüğümle ve en boktan kahkahamı fırlatıyorum her yere. hiçbir şey hissedemeyecek hale gelen bünyenin en sağlam yaptığı şey, kahkaha atmak..
kendimi bir şeye vermekten korkuyorum artık, çünkü kendimden korkuyorum, dozsuzluğumdan korkuyorum. nefretin, aşkın, seviyesizliğin, küfürlerimin dozundan korkuyorum. omrümde sovmedim şu hayata ama bugün sovüyorum en sağlam kahkahamı savurarak.


..

10 Nisan 2010 Cumartesi

uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana


aşk çılgınlığının köprülerinden geçelim seninle
sevgilim, yaban otları arasında bulduğum yeşim
yüreğimdeki su birikintisinde okyanusu arayan nehir
sevgilim, unutmabeni çiçeğinin tuttuğu günlük
gözlerimle sarıldığım kuğu bulutlu gökyüzü

ellerini ayrılıklardan kaçırdığım
dalgın deniz feneri duruşlu
ilkbaharda gezinen sis saçlı sevgilim
mevsimlerin ilkokulundan kışı silelim seninle
yaz yağmurlarına yakalanalım
kumsalında sevişmek istediğin kız kalesi'nin önünde
açık hava sinemalarının yıkıntılarında uyuyalım
yer gösterici uyandırsın bizi
gözümüze sıktığı el feneriyle

'hadi kalkın sevdalılar,
aşk hikayesi filminde oynayan çift yaşlanmış,
seyirci sizi görmek istiyor!'

binlerce, onbinlerce kemanla çağırdığım dolunay
elektriğin gümüş suyuna ışığını değdiren yıldız
yeraltı kentimde biten güzelavrat otu
geçmiş sevdalarımı erittiğin geceler için
yeniden birini sevmenin ne olduğunu anımsattığın
yüzümde tahtlar devirdiğin,
saraylar yıktığın için
düşlerinin içinden geçecek
uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana
ve severken seni,
sevdikçe seni
hep çocuk kalacağım, biliyorum

..

31 Mart 2010 Çarşamba

uzak




kadın geceliğini giyer, kokusunu salar, boynunu uzatıverir dudaklarına, saçları dokülür yastığına, elinde kırık dokük gozleri..
uzağa bırakır.


..

24 Mart 2010 Çarşamba

bulutların üstünden..!


"Asal sayıdır yalnız insan.
Bir'den ve kendisinden başka
kimselere bölünmez... "
diyor küçük iskender.

sonra başım ağrıyor, oyle hastalıktan falan da değil. sonraya erteliyorum, sonra sonra anlıyorum, sonra sonra düşünmüyorum, kayboluyorum, haliyle durup durup gidiyorum. kafamın içinde o ağrıyan, o uyuşan yer sürekli gidiyor, oraya gidiyor, buraya gidiyor, yastıklarda kalamayan kokulara gidiyor, şehirlere gidiyor, sandallara biniyor, garlarda iniyor, tren kokuyor, nostaljik! oluyor, sarı bir hüzün gibi yapışıyor boğazıma hep aynı şeyler.
kafa bu, uçaaaar giderr..bense duruyorum, olduğum yerdeyim, her uyandığımda aynı yatakta, her gece aynı lanet odada. bir yere gittiğimiz mi var? diyor bebeklik fotoğrafım, dalga geçer gibi. güvercin şapşal, suratımda patlıyor bakışı, sanki her gün aynı kuş pencerede bitiyor. kitapların kokusu bile aynı, umut kokmuyor, farklı ülkelere benzemiyor kapakları, en çekici yerleri. kiviyle haşır neşirken tanelerim sokülüyor, kararıyorum, insanların yemyeşil dünyasında tanecik olmaktan mutlu olduğumu fark ediyorum. sonra kendi dünyamda ne kadar yer kapladığımı soruyorum?
belki ağrımıyor, belki gidemiyorum, belki sadece uyuşuyorum, ya da kafam karışık.

hiçbir şey bilmiyorum.




kalbimden ismin geçti ah! kimseler duymadı..


..

19 Mart 2010 Cuma

kadınlar ve erkekler üzerine saçmalamaca!



elma yerken düşündüm de..


kadınlar sevildikçe güzelleştiklerini düşünürler, eski bir yaranın opülmesine izin verilmiş zarif bir ruhu taşır gibi. ama o yaranın asla kapanmayacağını bildikleri halde. ve unutmazlar kimin dokunduğunu, kokuları, hissettiklerini. belki her şey unutulabilir bir kadın için ama hissettikleri asla. sanılanın aksine; ceplerinde biriktirdikleri anne bilgileriyle yola çıkıp, zihninde çizdiği -doğru adam- kavramını aramazlar. bir jelibon nasıl sızarsa dişlerinin arasına, hayatlarına istemeseler de sızan adamlara aşık olurlar, doğru adama asla. suçluluk duygusuyla karışık, karınlarında büyüttükleri kemirgen yumru çoğalır her baktığında adam kadına. saçlarına dokunduğunda çoğalır teller, güzelleşir kadının saçları. boynunda çoğalır mis kokusu, her koklandığında. bilirler ki kadınlar, yanlış olsa da, yanlış adamla olunsa da, o an hissettiklerini asla unutmayacaklardır. aşkı ağlayan bir kadının, asla dilinin sürçmemesinin ve cesaretinin tek nedeni budur.

sonra geldi erkek, kadının büyüttüğü şeylerin üstüne geldi kondu.

erkekler çok daha kararlıdırlar aslında kadınlara oranla. -birini sevmeye karar vermek- fikrini edindikten sonra yola çıkılır. yoksa çoğu zaman gokyüzündeki renkler ilgilendirmez onları. ya da yolda yürürken karşılarına çıkan bebeğin, kendi bebeği olduğu hayalini kurulmaz. daha somut şeyler vardır hayatta, insanların yüklediği sorumluluklardan da ote -ben- kavramı vardır. erkekler karar veremedikleri anda güçsüzleşirler, erkekler biriktirdikleriyle oluşturdukları kadını bulamadıklarında yorulurlar. nadir ornekler çıkabilir; izzet günay türkan şorayı çıkarabilir mesela bir pavyondan. ama kolay değildir bunun yükü ve erkek korkmayı oğrenir içten içe. oluşturduğu kalıba uygun bir kadınsa karşısındaki o zaman oturur işte, o zaman çıkarmaya başlar kaplumbağa kafasını kendi govdesinden, o zaman dokunmayı yeniden oğrenir. kadınının gozyaşlarını yere düşürmemeyi bilir.

peki burada karmaşa nerde? olmayan ne?
gerçek bir kadın veya gerçek bir erkek bulamamakta mı? hayır..
hep soylediğimiz, en ucuz yalan olan zamanda mı? hayır..

kadının bir türlü ikna olamamasında;
adamın gerçekten onu mu, yoksa yarattığını mı sevdiği konusunda.
Adamın bir türlü ikna olamamasında;
kadının bir gün gidecek korkusunu aklından çıkaramamasında ve durup durup kadının o en yumuşak karnını deşmesinde.

ya da kafam karışık biraz.
biraz mı?
..

sorusu olan?
..

12 Mart 2010 Cuma

yine mi çiçek


hayatım boyunca, aklımın erdiği donemlerden itibaren, kendimi ege kadını gibi gormüşümdür. hani vardır anadoludan gelme bir varoşluk, fazla fedakarlık ama bu his başka. içimde durmadan yankılanıyor resmen, durup durup şehirlere çarpıyor, eskişehirlere, ankaralara. bir yeri sevmenin acı tadı geliyor ağzıma, bir yere alışmanın. sevmesem kolay çekip gitmek ve ben terk edeceğim bir gün bu şehirleri.

terlik sesleri var kulağımı çınlatan, yorgun argın gelen ev halkının karmaşasına rağmen gülümseyen bir kadın var. sessizlik gelip oturduğunda baş koşeye, bahçesinde, sallanan sandalyesinde, rakısını yudumlayan, şalını atıp omzuna, rujlu dudaklarıyla kocaman gülen bir kadın. güzelliğinden emin, hissettiğinden emin, ellerinden emin, yerinden emin, yuvasından emin. eşref beyinin dolmalarını ozenle saran, büyükten küçüğe dizen, muşamba masa ortülerini benimseyen bir kadın. kaçak komşu kedilerini gizli gizli seven, kuşları sevmedikleri için dertlenen, uzun kanatlı kuş sürülerine alışkın, ozgürlüğünden biraz huzurla ve biraz sevgiyle vazgeçebilmiş, ama yine de her mevsim goç eden kuşlara el sallayan bir kadın.


burdan yak


yine mi güzeliz? yine mi çiçek?

..

ciddiyet!


ne kolpa hayatlar yaşıyosunuz lan!
orda burda isyanlar, çok seviyorum tripleri, yıkılmalar, ölmeler.
hayat bu kadar dibe vurulacak kadar değersiz mi lan? ne yaşamışsınız da orda burda, ikide bir ölüyosunuz? hangi tuvalete kaç kere sıçtığını hatırlıyomusun da temizlendiğini sanıyosun sen?
aydınlık biri çıktığında, çıkarıp çekmek için çabaladığında, adam gibi baktığında her şeyi mahvetmeyi bilen insanlar siz!
kaç kere öldünüz?kaç kere sevdiniz de bunca saçmalamayı kendinize layık gordünüz?
sesli harfleri yutan hıyarlar kulübünden kaç adam soktunuz hayatınıza, kaç ülkeye açıldınız, sayabilen var mı?



bu kadar.
bugün kendimi hıyar gibi hissediyorum. aynı boyle dilim dilim oldum..

11 Mart 2010 Perşembe

özlem çekene kılavuz


*
ozlem en çok yoneldiği olduğu halde, yarını siler; çünkü en çok onem verdiği, dündür. oysa, ozlem, hep şimdidedir:
işte, karışıp durur ozlemin zaman bağlamı.

geçmişten çektiği, hep dopdolu bir güzelliktir; ama, bu, onu şimdiye getirdiğinde, bir boşluk içinde yitip gider
-gelecekle ilgili tasarımlarında ise, ikisi biarada durur: olanaklı bir doluluk ile olanaklı bir boşluk
dopdolu bir varlık ile bomboş bir yokluk..

ozlem budur işte:
bomboş bir varlık ve dopdolu bir yokluk..

ozlem: boş, var; dolu, yok..

ozlem; var-yok..

**